logo
Biyografi Araþtýrmalar Eserleri Duyuru / Etkinlik Ýletiþim


Ana Sayfa Ana Sayfa Ana Sayfa


Osman Hamdi Bey’den Günümüze Türkiye’de Koruma Anlayışı

Bilindiği gibi Türkiye’deki ilk koruma yasası olan 1874 tarihli “Asar-ı Atika Nizamnamesi”, Osman Hamdi Bey’in çabaları sayesinde 1883 tarihinde yeniden düzenlenerek yürürlüğe girmiştir. Türk korumacılık tarihinde çok önemli bir ilk adım olan Asar-ı Atika Nizamnamesi, temelde tarih ve sanat değeri taşıyan eski eserlerin Osmanlı İmparatorluğu sınırları dışına çıkarılmasını yasaklamakta ve arkeolojik kazılarla ilgili konuları belirli esaslara bağlamaktadır.  Bundan sonraki koruma yasası, 1973 tarihli “Eski Eserler Kanunu”dur ve bu kanun, gelişen koruma anlayışı ve ona bağlı olarak oluşan tanımları içeren kapsamlı maddelerden oluşmaktadır. 1973-1983 yılları arasında yürürlükte kalan bu yasa, Türkiye’de koruma konusunda yeni bir dönemin temsilcisidir. Daha sonra gerek yasal, gerekse de örgütsel düzeyde yapılan düzenlemelerle koruma konuları bugün varılan noktaya ulaşmıştır.

1970’li yılların ikinci yarısı ve 1980’li yılların tümünde, özellikle “koruma” kavramı ve bu bağlamda yapılması gereken doğrular konusunda gerek yerel yönetimlerde,  gerekse de halkta büyük bir bilinçsizlik ve tepki gözlenmektedir.  Cami, han, hamam, mescit, türbe gibi görkemli anıtların korunması konusunda daha duyarlı olunmasına karşın, 1973 yasasıyla gündeme gelen tarihi çevre koruma, sit kavramı, sivil mimarlık örneklerinin korunması gibi Türkiye için yeni sayılacak yaklaşımların anlaşılması ve benimsenmesi zaman almıştır.


Tarihi Çevre Koruma Çalışmaları

Yine de 1975 yılında Türkiye’de tarihi çevre koruma konusunda bir ilk gerçekleşmiştir: Safranbolu’nun korunması. “1975 Avrupa Mimari Miras Yılı” çerçevesi içinde Kuzeybatı Anadolu’da yer alan ve geleneksel konut dokusu açısından büyük yoğunluk gösteren bir kasaba olan Safranbolu’ya dikkat çekilmiş ve Safranbolu, o yıldan günümüze dek uzanan süreçte kentsel koruma adına önemli başarılar elde etmiştir. Bu başarıda en büyük pay, başta idari açıdan yerleşmenin esas sahibi olan dönemin belediye başkanına aittir. Safranbolu’nun içerdiği değerlerin ve korunarak geleceğe aktarılmaları gerekliliğinin bilincinde olan bu başkanın ivmesiyle, yerel halk da içinde yaşadığı geleneksel ortamın ve tarihi evlerin önemine inanmıştır. O nedenle de, geçen onca süreye rağmen bugün Safranbolu Türkiye’de korunan kentlerin başında gelmektedir.  Konumu açısından oldukça zor ulaşılan bir yerde bulunmasına rağmen,  otantik değerlerini olabildiğince koruduğu için, günümüzde kültür turizmi açısından Anadolu’nun önemli odak noktalarından biridir (Resim 1).

1974 yılında başlayan bir diğer önemli kent koruma çalışması, Akdeniz Bölgesi’nin en önemli tarihi kentlerinden Antalya’da gerçekleştirilmiştir.  İki aşamadan oluşan bu uygulamada önce,  kentin eski liman bölgesindeki alanın sağlıklaştırılarak turizme yönelik kullanımı hedeflenmiş ve bu amaçla da, alanda bulunan gemi onarımı, depolama vb. işlevleri içeren taş yapılar onarılarak gelecek turistlerin taleplerine uygun bir biçimde değerlendirilmiştir (Resim 2)

“Antalya Yat Limanı Projesi “adıyla anılan bu aşamanın 1984 yılında tamamlanmasından sonra, hemen ardındaki Kaleiçi bölgesinin sıhhileştirilmesine geçilmiştir. Burada da başında hedeflenen Safranbolu’da olduğu gibi,  tarihi konutların kendi kullanıcılarıyla birlikte korunması ve isteyen mal sahiplerinin ev pansiyonculuğuna özendirilmesi olmuştur. Ancak, çok etkileyici konaklar ve evlerle yoğun bir doku oluşturan ve o dönemde otantikliğini ve sosyal yapısını koruyan Antalya Kaleiçi’nde (Resim 3) ne yazık ki umulan sonuca ulaşılamamıştır. 1980’li yıllarda Antalya’da gerek fiziksel, gerekse de sosyal yapıda köklü değişiklikler olmuştur. Tarihi Antalya evlerinin yerine Antalya Kaleiçi’nde yeni-eskiler yaratılmıştır (Resim 4).

Ayrıca değişen ortama ayak uyduramayan geleneksel sakinlerin terk ettiği alana, çoğu Antalya dışından gelen ve burada turizme yönelik işler yapan kişiler yerleşmiştir. Ağırlık turizm olduğu için de, bölge daha çok sezonluk olarak kullanılır olmuştur.

Bu iki ilk örnekten sonra, Anadolu’daki tarihi yerleşmelere yönelik çok sayıda koruma amaçlı imar planı yapılmış ve uygulamaya koyulmuştur.  Tarihi çevrelerin korunması ve değerlendirilmesi gerekliliği, eski yıllara oranla giderek gerek yerel yöneticiler, gerekse de yerel halk nezninde önem taşımaya başlamıştır. Muğla, Mardin,  Alanya, Beypazarı, Cumalıkızık vb. çok sayıda tarihi yerleşme, içerdikleri kültürel ve doğal özellikleri nedeniyle, Türkiye genelinde adları daha çok bilinen ayrıcalıklı değerler kazanmışlardır.


Tek Yapı Koruma Çalışmaları

1973-83 yılları arasında var olan tek bir koruma kuruluyla (Gayrımenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu/GEEYAK) alınan koruma kararları, bu tarihten itibaren Türkiye çapında önemli tarihi merkezlerde kurulan ve bugün sayıları 37’ye varan koruma kurulları aracılığıyla alınmaktadır.  Koruma kurullarında konuyla ilgili disiplinlerin temsilcileri (mimar, şehirci, arkeolog vb.) ve bir hukukçu yer almaktadır. Böylesine disiplinlerarası grup oluşturma, koruma açısından olumlu bir yaklaşımdır. 1983 yılında bir önceki yasayı yürürlükten kaldıran yeni bir koruma yasası çıkartılmış ve bu yasa, yönetmelik ve Y.Kurul ilke kararlarıyla zenginleştirilmiştir. Ayrıca 2005 tarihinden itibaren, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili uygulamaları yürütmek ve denetimlerini yapmak üzere oluşturulan “Koruma, Uygulama ve Denetim Büroları” (KUDEB), korumayla ilgili yürürlükteki örgüt şemasına eklenen kuruluşlardır. 

Korumada otantikliğin sağlanması açısından olumlu faaliyetlerini yakından izlediğimiz İstanbul’daki KUDEB’te kurulan Restorasyon ve Konservasyon  Laboratuarı ve  Ahşap Eğitim ve Taş Koruma Atölyeleri,  İstanbul’daki belediyelerde görevli  korumayla ilgili tüm disiplinlerden uzmanlara süreli kurslar düzenlemektedir. Bunlar koruma adına yapılan yararlı işlerdir ve tek yapı koruma konusunda uluslararası bilimsel restorasyon ilkelerine uygun yaklaşımlara neden olacak uygulamalarla sonuçlanacağı ümit edilmektedir.


Dünya Miras Listesi’ndeki Değerler ve İstanbul

Türkiye, UNESCO Dünya Miras Listesi ile ilgili sözleşmeye 1983 yılından itibaren taraf olmuş ve kültürel ve doğal açılardan uluslararası önemi kabul edilen tek yapı ve yerleşmeleriyle de 1985 yılından başlayarak, Dünya Miras Listesi’ndeki yerini almıştır. Bu listede 1985-1998 yılları arasında yer alan değerler tarih sırasıyla: 1. İstanbul’un tarihi alanları (1985); 2. Göreme Milli Parkı ve Kapadokya  (1985); 3. Divriği Ulu Camisi ve Hastanesi (1985); 4. Hatuşa/Hitit Başkenti (1986); 5. Nemrut Dağı (1987); 6. Xantos-Letoon (1988);

7. Hieropolis-Pamukkale (1988); 8. Safranbolu Kenti (1994); 9. Truva Arkeolojik Sit Alanı (1998)’dır. Ayrıca geçici listede,  Mardin, Alanya, Afrodisias, Edirne Selimiye Cami gibi 23 aday bulunmaktadır. 

Bunlar arasında en çok tartışılan kuşkusuz, dünyanın tarihi kentleri arasında özel yeri olan İstanbul’dur.  İstanbul’da koruma konusunda çok sayıda proje ve uygulama yapılmaktadır. Ancak Dünya Miras Listesi’nde dört alanıyla yer alan İstanbul’daki koruma çalışmaları, Dünya Miras Komitesi’nin yıllık toplantılarında tartışma konusu olmaktadır. Bu bağlamda odaklanılan konular arasında başta, tüm Dünya Miras Listesi’nde yer alan kültür varlıklarında yapılması gereken tarihi yarımada yönetim planının tamamlanması yer almaktadır. İkinci önemli konu, Haliç üzerinde yapılacak metro köprüsünün Süleymaniye Camisi’yle olan siluet ilişkisinin irdelenmesidir. Yetkililerce bu iki eksikliğin tamamlanmasına çalışılmaktadır. Dünya Miras Komitesi,  ayrıca tarihi yarımadada ilan edilen yenileme alanlarının gerek tarihi değerlerinin, gerekse de sosyal yapısının gözetilerek sağlıklaştırılması konusuna da dikkat çekilmektedir.  Bu alanlarda “yenileme” adına rökonstrüksiyon ve yeni yapı yapmaktan çok restorasyona önem verilmesi ve yörenin morfolojik ve tipolojik özelliklerinin korunması gerekliliği vurgulanmaktadır. Ancak örneğin karasurlarının koruma alanı içinde kalan tarihi Sulukule yenileme alanında uygulanan proje bir “gentrification” projesi niteliği taşımaktadır.

Dünya Miras Komitesi, 1990’lı yıllardan beri Süleymaniye ve Zeyrek’teki ahşap evlerin korunmasındaki ihmallere değinmekte ve yetkilileri uyarmaktaydı (Resim 5, Resim 6).  Nitekim ancak 2008 ve 2009 raporlarında, yukarıda sözü edilen Koruma Uygulama-Denetim Bürosu’nun (KUDEB) katkısıyla, bu konuda daha olumlu adımlar atıldığı görülmektedir (Resim 7, Resim 8).

İstanbul’un Dünya Miras Listesi’ndeki dört alanından biri de Sultanahmet arkeolojik parkıdır ve oradaki arkeolojik  kalıntıların bir bölümü üzerine  Four Seasons Oteli’nin iki ek yapısı inşa edilmiştir (Resim 9).  Üç imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un her dönemde merkezi niteliğini koruyan bu en tarihi noktasında yer alan söz konusu ek inşaatlar, Yargıtay kararıyla durdurulmuş olduğundan, alanda otelin sponsorluğunda yapılan arkeolojik kazılar da bir yılı aşkın bir süredir durmuş ve ortaya çıkan tarihi kalıntılar tüm doğal koşullara açık halde beklemeye bırakılmıştır. Bu durum, koruma adına geriye dönüşü olmayan olumsuz sonuçlar yaratmaktadır.

Listedeki dört alandan bir diğerini oluşturan İstanbul karasurlarında 1980’li yılların ortalarından başlayarak yapılan niteliksiz restorasyonlar ve rökonstrüksiyonlar, kilometrelerce uzanan bu özel kültür varlığını, yer yer zedelemiştir (Resim 10). Dünya Miras Komitesi’nin uyarısıyla bu tür restorasyonlar durdurulmuştur. Yine de, karasurlarının belirli bölümlerinde uluslararası ilkelere uygun örnek restorasyonlar yapılmış olması sevindiricidir.


Sonuç

Bugün Türkiye’de lisans ve y.lisans düzeyinde koruma eğitimi veren çok sayıda okul mevcuttur. Dolayısıyla konuyla ilgili donanımlı mimar, şehirci, arkeolog, kimyacı vb. uzman yetişmektedir. Son yıllarda, yeni yasal düzenlemelerle (katkı fonları, Bakanlığın sağladığı ekonomik yardımlar vb.) korunacak yapıların restorasyonlarına parasal destek olanakları arttırılmıştır. Böylece önceleri, Kültür Bakanlığı’nın tarihi yapılardan bazılarını kamulaştırarak “müze ev” olarak kullanma eğilimi artık daha yaygın bir biçimde korumayı teşvike yönelmiş, ayrıca geçen süre içinde bankalar, şirketler, özel yatırımcılar tarihi yapıları satın alıp restore ettirerek, prestij yapısı olarak kullanmaya başlamışlardır. Artık çok sayıda tarihi yapı yeniden işlevlendirilerek, değerlendirilmektedir. Buna endüstri yapıları da dahildir.

Bu tür gelişimler, Türkiye’de korumanın yaygınlaştığını ve konuyla ilgili bilincin eskiye oranla daha arttığını göstermektedir.  Bu bağlamda ICOMOS Türkiye Milli Komitesi, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi gibi kuruluşların ve  S.O.S İstanbul, Sulukule Platformu, FEBAYDER (Fener Balat Ayvansaray Derneği) gibi sivil toplum örgütlerinin, özellikle İstanbul’un Dünya Miras Listesi’ndeki alanlarının korunması konusunda gerek yöneticileri uyarmak, gerekse de halkı bilinçlendirme çabaları da çok etkili olmaktadır. Ancak yine de, yanlış kararlarla geriye dönüşü olmayan zararlara açık hassas bir konu olan koruma, rant kaygısı ve yıkıp yerine yeni yapma istek ve hızı karşısında ne yazık ki henüz istenilen yeterli başarıya ulaşamamıştır.

Prof. Dr. Nur Akın
ICOMOS Türkiye Milli Komitesi Başkanı




Baþbakanlýk Tanýtma Fonu katkýlarýyla Güzel Sanatlar Genel Müdürlüðü UNESCO Mimar Sinan Guzel Sanatlar Universitesi Pera Müzesi