logo
Biyografi Araþtýrmalar Eserleri Duyuru / Etkinlik Ýletiþim


Ana Sayfa Ana Sayfa Ana Sayfa


Sanâyi-i Nefîse’de Sanat Tarihi Eğitimi Ve Mehmet Vahit Bey

“Sanâyi-i Nefîse’de Sanat Tarihi Eğitimi ve Mehmet Vahit Bey” konulu bu çalışma, yüksek okul düzeyinde, sanat eğitiminin ilk ve tek örneği , Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde sanat tarihi dersinin  kaynakları, program ve uygulanması;  İlk çağdaş sanat tarihi öğretmeni Mehmet Vahit Bey’in öz geçmişi, ilişkileri, eserleri ve sanat tarihi eğitimiyle ilgili görüş ve önerilerini değerlendirmek üzere yapılmıştır.


I. GİRİŞ

18. Yy.’dan itibaren,  geleneksel yapısı ve kurumları giderek bozulan Osmanlı İmparatorluğu, Batı’nın yönetsel ve kurumsal sistemlerinden etkilenmeye başlar: Bu bağlamda Fransa, 18. ve 19. Yüzyılda, tarihsel ilişkileri, yönetim şekli, kültürel yapısıyla, önemli bir örnek oluşturur.[1] Tanzimat ve Islahat hareketleriyle, köklü değişim istek ve iradesini ortaya koyan Osmanlı Devleti, birçok alanda olduğu gibi, eğitim alanında da yeniden yapılanma gereğini duyar.[2]  Ard arda açılan okullar içinde, doğrudan sanat eğitimi veren bir okulun kurulması gündeme gelir. Müze müdürü Osman Hamdi Bey’in, etkin çabalarıyla,1882 yılında, Mekteb-i Sanâyi-i Nefîse-i Şâhâne, Ticaret Bakanlığı’na bağlı olarak kurulur.  2 Mart 1883’te sekiz eğitmen ve yirmi öğrenciyle eğitime başlayan okulun müdürlüğünü de, müze müdürlüğünün yanı sıra, Osman Hamdi Bey üstlenir.

Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin, kuruluş ve programlanmasında, Ecole des Beau-Arts’da, 1863 reformuyla yapılan değişiklerin esas  alındığı görülür.
[3] Eğitim öğretimi düzenleyen talimatnâmeler, bu örnek çerçevesinde hazırlanır. [4] Ecoles des Beaux-Arts ‘ın, 1863 yılında yapılan  programında, kuramsal dersler içinde, tarih, perspektif, anatomi, edebiyat yanında, sanat tarihi dersi de yer alır. Ne var ki, sanat tarihinin,  çağdaş ve bağımsız  bir ders olarak başlaması, Ecol du Louvre’un kurulmasıyla gerçekleşir (Reinach, 1904: 23- 24; Akpolat,1991: 26;Gören, 1996: 97, 99;Artun, 2007: 65 ( http: // fr. wikipedia. org/wiki/Ã? cole_du_Louvre; http://); Naipoğlu, 2008: 36).


2. SANÂYİ-İ NEFÎSE MEKTEBİ’NDE YÖNETMELİKLER

Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin kuruluşundan, Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan süreçte, birbirini izleyen ve çağdaş sanat eğitimini temellendiren, üç önemli talimatnâme hazırlanır. 1882, 1911, 1924  tarihli  talimatnâmeler, yönetim ve eğitim olmak üzere iki bölümde kurgulanır. Mustafa Cezar’ın yirmi beş maddede topladığı, 1882 Yönetmeliği, ağırlıklı olarak okulun yönetsel yapısı, kuramsal ve uygulamalı derslerle  ilgilidir. Derslerin,  Ecoles des Beaux-Arts’da olduğu gibi, antik sanat ağırlıklı olduğu belirtilmesine karşın, ders planlarına yer verilmez. Kuramsal  dersler içinde sanat tarihi de bulunmaktadır ( Cezar, 1995: 461-467).

Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde ders programları ve sanat tarihi eğitimi ile ilgili eksiklikler, 1911 Talimatnâmesi’yle giderilmeye çalışılır. Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait son yönetmelik olan 1911 Talimatnâmesi’nin, ilk bölümü okulun kurumsal nitelikleri ve örgütsel yapısına ayrılır. İkinci bölümde ise  uygulamalı ve kuramsal derslerin detaylı planlarına yer verilir. Kuramsal dersler içinde yer alan sanat tarihi dersi programı, Cumhuriyet’in ilk yılları ve sonrasında uygulanacak, ilk sistemli ders programdır. Programda, Türk Sanatı’na da yer verilir. Ancak bu ders, 1920 yılında, Nazmi Ziya’nın müdürlüğü döneminde verilmeye başlanır. Türk Sanatı ile ilgili bilimsel araştırmaların tarihi ve ilgili yayınların 1915 itibariyle dilimize kazandırıldığı düşünülürse, bu son derece doğal sayılmalıdır (Arseven, 1993: 23; Eyice, 1972:131- 146;  Kazancıgil, 2001: 32).

Sanâyi-i Nefîse’de eğitim öğretimi düzenleyen ve birbirini tamamlayan üçüncü temel halka, 1924 Talimatnâmesidir. Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yönetmeliği olan bu talimatname ile, toplumsal değer ve gereksinimleri yanıtlayacak, yeni örgütlenmelerin ilk tohumlarının sisteme katıldığı görülür. Resim Darülmuallimin ve Tezyîni Sanatlar bölümleri, bağımsız birimler olarak, programa alınır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yönetmelik uygulamalarını destekleyici çalışmalar da yapılır. Örneğin,1926 yılında, İsmail Hakkı –Baltacıoğlu-‘nun kaleme aldığı ve Sanayi-i Nefîse Encümeni’ne sunduğu ıslah ve gelişim raporu, resim darülmuallimin ve tezyini sanatlar bölümlerini bitirenlerin, sanatın yaygınlaşması adına nasıl görev yapmaları konusunda aydınlatıcı bilgiler içerir (Naipoğlu, 2008:377, 412) .

1927 yılında, Sanâyi-i Nefîse Akademisi, 1929’da Güzel Sanatlar Akademisi adını alan okulda, 1930’lu yıllardan sonra yapılan yenilikler, köklü değişimler olmayıp, günün koşullarına uygun uyarlamalardır. İlerleyen yıllarda, gerçekleşen en önemli değişiklik ise, yönetmeliklerle yönetimin sona ermesidir (Cezar, 1983: 29, 40).[5]

3. SANÂYİ-İ NEFÎSE MEKTEBİ’NİN İLK SANAT TARİHİ ÖĞRETMENLERİ

1882 yönetmeliğinde kuramsal dersler içinde yer almasına karşın, sanat tarihi dersinin, şeklen verildiği düşünülmektedir. Bunu iki nedene  bağlamak olasıdır: Birincisi,  örnek  alınan Ecoles des Beaux- Arts’da, sanat  tarihi dersinin, değişik uygarlıkların yaşam biçimleri (evler ve giysiler) ile sınırlı olması ve uzun yıllar aynı hoca tarafından verilmesi; ikincisi,  Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin ilk öğretmelerinin konuya yatkınlıklarıdır (Reinach 1904:23 -24; Arseven, 1954- 59: 131; Aksel, 1971: 59; Cezar, 1983: 21, 61;; Akpolat, 1991: 26; Gören, 1996: 99; Artun, 2007: 65; Naipoğlu, 2008:  53).

Sanayi-i Nefise’nin ilk  sanat tarihi öğretmeni Aristoklis, Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne’de Kavimler  Coğrafyası dersleri verirken, bu dersin kaldırılmasıyla, Mülkiye’den ayrılır, Mekâtib-i Âliye Müdürlüğü’ne atanır, aynı zamanda, Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin sanat tarihi derslerini üstlenir (1883-1884). Kazancıgil’in  konuyla ilgili makalesinde belirttiği gibi, Aristoklis’in idari görevleri arasında bu işi şeklen yürüttüğü gerçeğini yadsımak olanaksız görünmektedir (Kazancıgil, 2001: 29 -33). 1890 yılında göreve getirilen Sakızlı Ohannes de, Mülkiye’de iktisat hocasıdır. Tıpkı Aristoklis gibi birçok idari görevi vardır. Sanâyi-i Nefîse’deki dersleri, sanat tarihi öğrenimi açısından yetersizdir. Ohannes, Sanâyi-i Nefîse’ de verdiği derslerin notlarını,  Fünûn-u Nefîse Tarihi Medhali  adlı kitapta toplar  ve kitap, 1892’de yayımlanır.  Fünûnu Nefise Tarihi Medhali estetik ağırlıklı bir eserdir (Kazancıgil, 2001: 3; Germaner, İnankur, 1989: 11, 21-22;  Naipoğlu, 2008: 53).[6]

Tıpkı Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin kuruluşunda olduğu gibi, 1911’tarihli yönetmelik ve sanat tarihi ders planının oluşturulmasında, Osman Hamdi Bey’in kişisel ilişkileri ve bakış açısı etkin olur. Bu noktada, Osman Hamdi Bey – Salomon Reinach  dostluğu –sanat tarihi yaklaşımı ve  Mehmet Vahid Bey ön plana çıkar.

Salomon Reinach, Osmanlı kültür ve sanat çevresine yabancı olmayan bir isimdir. Fransız arkeoloji ve filoloji uzmanıdır. Tüm Batılı araştırmacılar gibi, tarihsel zenginlikleri nedeniyle Türkiye’ye büyük ilgi duyar ve birçok kazıya katılır. Bu seyahatleri esnasında Osman Hamdi Bey’le tanışır, aralarında dostça bir ilişki gelişir. Osman Hamdi Bey, müze müdürü olunca, Müze-i Hümâyûn’daki eserlerin düzenlenmesi için, Salomon Reinach’ı İstanbul’a davet eder. Daveti kabul edip, İstanbul’a gelen Reinach, müzede bulunan koleksiyonların bir kataloğunu düzenler ki bu katalog, 1882 tarihinde istanbul’da basılır ve yayımlanır. Reinach, tüm çalışmalarının yanı sıra, 1902 yılında, Fransa’da Ulusal Müzeler Müdürü olur. Aynı yıl Ecol du Louvre’da  bir yıl boyunca sürecek, sanat tarihi seminerleri düzenler ki kitaplaştırılan bu seminer notları, sanat tarihi ders programına temel oluşturur (M. Vahit, 1330/1914: 13; Naipoğlu, 2008: 86, 474). 

Yenileşme hareketleri çerçevesinde, yurt dışına gönderilen sanatçılar, mektup ve makalelerinde, nasıl bir resim eğitimi, halkın sanata yatkınlığı gibi sorunları, Louvre kopyalarının önemini dile getirirlerse  de Louvre’daki  kuramsal sanat kurslarından hiç söz etmezler. Oysa 1793 yılında, Louvre Sarayı koleksiyonlarını halka açmak düşüncesinden doğan, ilk genel müze özelliğine sahip, Louvre Müzesi’nde, 1882 yılında Ecole du Louvre açılır. Başlangıçtaki amacı arkeolog ve küratörleri eğitmek, bilgi birikimini özümsetmek olan okul, giderek diğer uzmanlık alanlarına da uzanır. Reinach’ın 1902’de seminerlerle başlattığı sanat tarihi dersi, 1920 yılında genel sanat tarihi adıyla sistem içindeki yerini alır. Reinach, halka açık olan, 1902 seminerlerini kitaplaştırarak, 1904 yılında, Apollo adıyla yayımlar. Vahit Bey’in, Türkçe’ye tercüme ettiği eser, 1914 yılında yayımlanır. Apollo’da konuların sıra ve içeriği, Sanâyi-i Nefîse Mektebi, 1911 yönetmeliğindeki sanat tarihi ders programlarıyla örtüşmektedir. 1910 yılında vefat eden Osman Hamdi Bey’in kültürel  ilişkileri bağlamında,  Reinach’ın kitabının, Sanâyi-i Nefîse’de sanat tarihi ders planının temelini oluşturması son derece olağandır.Hem,  Osman Hamdi Bey’in damadı ve Apollo’nun çevirmeni, hem de Sanâyi-i Nefîse’de çağdaş sanat tarihi programının ilk uygulayacısı olarak Mehmet Vahit Bey, Hamdi Bey geleneğini sürdüren, çağdaş sanat tarihi öğrenimi açısından önemli bir isim, değerli bir eğitmendir (Reinach, 1904: 23, 24; ( http: // fr. wikipedia. org/wiki/Ã? cole_du_Louvre; http://; Naipoğlu, 2008: 36, 86, 601).[7]


4. MEHMET VAHİT BEY (1873 - 1931)

Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin ilk çağdaş sanat tarihi hocası Mehmet Vahit Bey, bazı kaynaklarda, sadece Osman Hamdi Bey’in damadı olarak tanıtılmakla yetinilmekte, zaman zaman da haksız bir biçimde eleştirilirmektedir.[8] Vahit Bey’in, sanat tarihi eğitimiyle ilgili özverili çalışmaları, sanat tarihi eğitimi ile ilgili önerileri, gelecek kuşakların geliştireceği bir sanat tarihi öğretisinin alt yapısının oluşmasına katkıları, biraz acımasızca yok addedilir. Araştırma sürecinde gerçekleştirilen görüşmelerde, aile çevresinde Vahit Bey’e karşı, alçak gönüllü, sakin kişiliği, belki de ölüm nedeniyle, gelişen ilgisiz tutum da unutulmuşluğunu pekiştirir.  Bu nedenle, Vahit Bey’in özgeçmişinden başlayarak, sanat tarihi eğitimine katkılarının ayrıntılı bir biçimde anlatılması, sanat tarihi eğitimindeki yeri ve öneminin değerlendirilmesi, ilk çağdaş sanat tarihi eğitimcisine karşı geç kalınmış bir görevin yerine getirilmesi olduğu inancındayım (Naipoğlu, 2008: 181, 182).

Mehmet Vahit Bey, 1290/1873 yılında İstanbul Aksaray’da şair ve diplomat Kâni Paşazade Ahmet Rifat Bey ile saray teşrifatçısı Kâmil Paşa’nın kızı Sara Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelir.

Aslen Kırım Tatarları’ndan olan ailenin soy ağacında ilk isim, değişik kaynaklarda farklı belirtilir. İstanbul’a gelen ilk kişi olarak, dedesi, Mehmet Kâni Paşa’ nın adı bilinmektedir. [9]  Mehmet Kâni Mehmet Paşa, İstanbul’a geldikten bir süre sonra, dile yatkınlığı nedeniyle, Tercüme Kalemi’ne girer. Birçok gelişmeler sonucunda, Devlet-i Aliyye’de önemli görevler üstlenir. Paşa, biraz huysuz ve titiz, oldukça  da cimri bir insan olarak tanınır. Cimriliğiyle ilgili birçok olay da anlatılır: Örneğin Kâni Mehmet Paşa’nın oğlu Ahmet Rifat Bey, önce, Sultan Abdülaziz’in kardeşi, Adile Sultan’ın kızıyla nişanlanır. Paşa, gelin tarafının nişanda istediği hediyeleri fazla bulur ve ödemeyi reddeder; Adile Sultan tek kızına yapılan bu davranışı, ağlayarak Sultan Abdülaziz’e şikâyet eder, nişan bozulur, Ahmet Rifat Bey Moskova’ya sürülür (Pakalın, 1939: 66, 71; Kuntay, 1944: 128).

Kani Mehmet Paşa’nın beş çocuğundan biri olan,  M. Vahit Bey’in babası, Ahmet Rifat Bey (1844-1891), iyi yetişmiş, iyi derecede yabancı dil bilen, bir Tanzimat aydınıdır. Öğrenimini tamamladıktan ve başarısız nişan olayından sonra, 1864’de Petersburg elçiliğine üçüncü kâtip olarak atanır (İnal, 1999: 1918). Daha sonra atandığı Fransa’da, kendi el yazısıyla litografi olarak basılan Usûl-ü Hukuk-u Siyasiye, İstanbul’a dönünce de Hukuk adlı kitapları yazar. (Kuntay, 1944: 26, 406).

Kȃni Paşazade Ahmet Rifat, Paris’te Jön Türklerle ilişkisi nedeniyle, Sultan Abdülaziz’in Paris seyahati esnasında (1867), İsviçre üzerinden İstanbul’a döner. Babasının çevresi sayesinde Mısır’a gider. İngilizler aracılığıyla oluşturulan Teftiş-i Vȃridȃt İdaresi Başkatipliği’ne atanır. Arap milliyetçiliği hareketlerine katıldığı gerekçesiyle, yine İngilizler tarafından 1868’de sınır dışı edilir, ailesiyle birlikte Malta’ya sürülür. Birçok yazışmadan sonra 1883 tarihinde İstanbul’a döner; önce Konya, sonra Bursa Reji Müdürlüğü görevine atanır. Bursa’da rahatsızlanarak İstanbul’a getirilir, Heybeliada’da bir haftalık tedavinin ardından vefat eder. Şiir ve düzyazıları, ölümünden sonra, 1891 yılında Barika-i Edep adıyla Bursa’da yayınlanır. [10]

Ahmet Rifat Bey’in dört çocuğundan, sadece Mehmet Vahit Bey, kendisinden sonra vefat eder. Diğer çocuklarından, Rabia Hanım, eceliyle ölür,  Kemalettin Bey Nil’de boğulur, Selahattin Bey Harbiye Mektebi’nde öğrenciyken, üstünde zararlı yayın bulunduğu için okuldan kovulur, tifoya yakalanır , hastalığı takiben, çıldırır.

Böylesine kültürel ve  bürokratik açıdan zengin olduğu kadar , çalkantılı bir ortamda büyüyen Vahit Bey, Mekteb-i Fünûn-u İdâdi’yi  (Kuleli Askeri Lisesi’ni) bitirdikten  sonra,  Harbiye Mektebi’ne girer. 1897 yılında, Süvari Erkân-ı Harp Sınıfı’nı birincilikle bitirir. 1310/1894’de Mekteb-i Harbiye’de göreve başlar (Kuntay, 1944: 547; Naipoğlu, 2008: 466).

Vahit Bey, çevresinde, çok iyi derecede Almanca, Fransızca ve Arapça bilen, uzun boylu, temiz giyinen, güzel konuşan ve başarılı mimari çizimler yapan biri olarak tanınmaktadır. Harbiye’de görevli olduğu dönemde, askeri konularla ilgili kitap ve makale çevirileri yapar,  kendisi aynı konularda makaleler yazar.[11] 1900 yılında, Osman Hamdi Bey’in  kızlarından Leyla Hanım ile evlenir.[12] Evliliğinden birkaç  ay sonra,  sağlık nedeniyle ,  Erkân-ı Harp Binbaşısı rütbesiyle emekli olur. Vahit Bey, 1317/1901’de Duyûn-u Umûmiye  Meclis-i İdaresi’nde çalışmaya başlar. 1320/1904’de Duyûn-u Umûmiye’nin değişik birimlerinde, farklı konumlarda çalışır. 1324/1908  yılında ek görevle Sanayi-i Nefîse Mektebi’nde sanat tarihi öğretmenliğini üstlenir.  Sanayi-i Nefîse Mektebi’nin yanı sıra, 1914’de açılan İnas Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde, 1915/ 1331’de Dârülfünûn’da, Mimar Kemalettin’in isteğiyle Mühendislik Mektebi’nde  sanat tarihi dersi verir.  Sanayi-i Nefise’de ve diğer okullarda ücretli ders veren Vahit Bey’in gelir düzeyi oldukça iyidir. [13] 1925 yılında Duyûn-u Umûmiye ’nin kapatılmasıyla geliri birden azalır. Bir süre Barut İnhisarı İdare Heyeti Reisliği yapar. Sanâyi-i Nefîse’deki maaşına zam yapılır. Ne var ki bu maaş, eski gelirine göre oldukça düşüktür. Bir yıl daha çalışır, 1928 Kanunuevvelinde (Aralık) emeklilik dilekçesini verir. Hizmet süresi 37 yıl 4 ay 21 gündür. Birçok yazışmanın ardından, 1929 Ocak ayında ilk emekli maaşını alır (Naipoğlu, 2008: 423- 459).

Mehmet Vahit Bey 1928’de emekli olunca, büyük bir ekonomik sıkıntıya düşer.  Ölümünden bir yıl önce, Mısır’a gider. Oraya, ailenin miras sorununa bir çözüm bulmak amacıyla gittiği ve çözümleyemediği anlaşılmaktadır. 30 Temmuz 1931 tarihinde, 58 yaşında, ailesine, polise ve Mısır’daki avukatına birer mektup bırakarak intihar eder. Polise yazdığı mektupta, “ailemi geçindirememenin endişesi ile kendimi öldürmeye karar verdim. Bundan kimse mesul değildir” şeklinde bir açıklama yapar; avukatına Mısır’daki vakıf işlerinin düzenlenmesini önerir. Ailesine bıraktığı mektupta ise, polise bıraktığı mektupta belirttiği nedenlerle yaşamına son verdiğini yazar. [14]

Mehmet Vahit Bey, Leyla Hanım çiftinin iki çocukları vardır: Biri, 1  Mayıs 1902’de doğan Nimet Vahit,  diğeri 15  Mayıs 1905’de doğan Hamdi Kerman’dır.
[15] Oğlu Hamdi Bey, Ankara’da memur, kızı Nimet Vahit Hanım ise, İstanbul Konservatuvarı’nda şan hocasıdır.

Nimet Vahit Hanım, Türk Operası’nın ilk şan sanatçısıdır.[16] Vahit Bey vefat ettiğinde, o zamanki adıyla  Dar’ül Elhan’da  yani  İstanbul Konservatuarı’nda şan hocalığı yapmakta, arada değerli konserler vermektedir. 19 Haziran 1934 akşamı, İran Şehinşahı Rıza Pehlevi onuruna, Ankara Halkevi’nde sahnelenen, Özsoy Operası’nda “Ulu Anne” rolünü üstlenir. Belkıs Aran, Neriman San, Semiha Berksoy ve Mualla Renda gibi değerli öğrenciler yetiştirir http://www.thy.com/tr TR/skylife/archive/tr/2002_10/konu 11.htm ; Gövsa, 1933-1935: 1542 ; Toros, 1990: 83/ 24-28; Say, 2005:  573; Naipoğlu, 2008: 8, 424-426).


5. SANAT TARİHİ EĞİTİMİ ve VAHİT BEY

Leyla Hanım’la evlenip, askeri görevinden ayrılması, Vahit Bey’in, kültürel yaşamın başka bir boyutuyla tanışmasına olanak sağlar. Apollo’nun ilk sayfasında, “Teşvîkât-ı âlimânesi bana rehber olmuş ve sanâati himâye etmiş olan sanâatkâr-ı ser-efrâz-ı kaim pederim merhûm Osman Hamdi Bey’in aziz hâtırasına ithâf olunur” tümcesinde belirttiği üzere, Osman Hamdi Bey’i, kendisine rehber olarak kabul eder. Sanat tarihi eğitimi anlayışının gelişip olgunlaşmasında, Osman Hamdi Bey ve çevresinin etkisi büyük olur .

Asker kökenli olmasına karşın, sanat tarihi öğrenimin kuramsal ve uygulamalı olarak sürdürülmesinin önemini kavrayan M. vahit Bey, Osman Hamdi Bey’in damadı olmasının da katkısıyla, sanat tarihi birikimine giderek daha çok önem verir: Kazı çizimlerinde kendisine yardım eder; 1908’de, Sanâyi-i Nefîse’de, sanat tarihi derslerini üstlenir; 1909’da Sabah Gazetesi’nde yayımlanan makaleleriyle, sanat tarihi terimlerinin Türkçe karşılıkları konusunda çalışmalara başlar. Hamdi Bey’in vefatından sonra, değişik okullarda verdiği dersleri, devam eden çevirileri ve konferanslarıyla yıllar içinde deneyimi artar, bilgileri pekişir.  Gabriel, 1927 tarihli makalesinde, Vahit Bey’in çalışmalarından büyük bir övgüyle söz eder.[17]

Mehmet Vahit Bey, verdiği dersler, konferanslar, yazdığı makalelerde; sanatın tanımı, kaynaklarını, yüzyıllar içinde gelişen sanat usluplarını, sanatın temel değerlerini ve müzeciliği irdeleyen çağdaş bir program izler. Bu bağlamda, çağdaş sanat tarihi öğretisinin, eğitim kurumlarında yer bulması ve kabulünün gerçekleşmesi için özveriyle çalışır. Sanat ve sanat tarihi eğitiminin, toplumların, sosyal, ahlaksal, düşünsel yapısında yaratacağı olumlu katkıları irdeler; kültürel açıdan aydın bir çevrenin oluşmasında, yaygınlaştırılmış bir sanat tarihi öğretiminin önemini dile getirir. 1926 tarihli, “Resim Sergisi Münasebetiyle” başlıklı makalesinde, örnek alınan Fransa’da sanat tarihi eğitiminin nasıl liselere kadar programlandığını açıklar; aynı makalede akademik öğretimde, farklı dönemlerin uzmanları tarafından verilmesini önerir (Naipoğlu, 2008:80, 1123-1124).
[18]

Vahit Bey, bu önerilerin yanı sıra, sanat tarihi bölümlerinin, arkeolojiden bağımsız, birimler haline getirilmesinin gerekliliğini vurgular. [19]


6. MEHMET VAHİT BEY’İN SANAT TARİHİ İLE İLGİLİ ESERLERİ

Vahit Bey, Osman Hamdi Bey ve döneminin sanat tarihi öğretisi doğrultusunda, Avrupa Sanatı tarihi ağırlıklı bir yaklaşımı benimser. Makaleleri, sanat tarihinin ve temel sanat eğitiminin ana konularını kapsayan, geniş bir yelpaze oluşturur. Sanat tarihi öğretisi açısından Vahit Bey’in çevirdiği veya yazdığı kitap ve makaleler, Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze Sanayi-i Nefîse Mektebi’nin sanat tarihi öğreniminin ve müzecilik anlayışının önemli belgeleridir. Birer kanıt niteliğindeki bu yapıtlar, telif ve çeviri olmak üzere iki gruba ayrılır.


Mehmet Vahit Bey’in Telif Kitapları

Mehmet Vahit Bey’in Müze-i Hümâyûn-u Osmâni’ye Mahsus Muhtasar Rehnüma ve Bazı Istılahat-ı Mühimme-i Sınâiyye Hakkında Mütalaât, Sanâyi-i Nefise-i Şâhâne Mektebi’nde Mevcut Asâr-ı Nakşiye İle Bazı Heyâkilin Muhtasar Fihristi olmak üzere  üç telif eseri vardır.

Müze-i Hümâyûn-u Osmâni’ye Mahsus Muhtasar Rehnümâ

İlk baskı: İstanbul, 1319 (1903),

İkinci Baskı: İstanbul, 1325 (1909),

Üçüncü baskı: İstanbul, Ebuzziya Matbaası, 3. Baskı 1330 (1914),

Dördüncü Baskı 1337 (1921)

Müze-i Hümâyûn-u Osmâniye Mahsus Rehnümâ, müzeyi gezenlere yardımcı olmak üzere, hazırlanır. Mehmet Vahit Bey tarafından kaleme alınan kitap, dört kez, küçük eklerle genişletilerek yayımlanır. Rehnüma’nın ilk sayfaları, müzeyi gezerken uyulacak kurallar ve Müze-i Hümâyûn’un tarihçesine ayrılır. Eser, Asâr-ı Atika, Şark eserleri ve Lûgatnâme olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Ayrıca, kitapta, müzedeki eserlerin yerleşimi ile ilgili bir plana da yer verilir (Naipoğlu, 2008: 88, 474).

Bazı Istılahât-ı Mühimme-i Sanâiyye Hakkında Mütalaât

İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1331(1915), 33 sayfa, resimsiz.

Yabancı terimlerin Türkçe karşılıkları sorunu, Tanzimat’ın ilk yıllarından itibaren sanat ve edebiyatın tüm dallarında  ortaya çıkan ve bugün olduğu gibi, süregelen bir sorundur. Mehmet Vahit Bey, çevirilerle ortaya çıkan Fransızca terimlerin, Türkçe karşılıklarını verebilmek amacıyla tüm çeviri kitaplarının başına  “Mütercimin İfadesi” başlığından sonra,  “ Bazı ıstılahat-ı Mühimme-i Sınâiyye Hakkında Mütalaât” başlığını koymak zorunluluğunu duyar (Reinach, 1330/1914: 12-22; Bayet, 1928: X-XII; Bayet, 1929: X-XII ; Kerman, 2002: 205-206; Kavaz, 2002: 242). [20]

Mehmet Vahit Bey, kitabın ilk sayfalarına “Beyan-ı Maksad” başlığı altında eklediği kısa yazıda konu ile ilgili ilk çalışmalarını, 18  Eylül 1325/1909 tarihli Sabah Gazetesi’nde, tartışmaya açtığını, çalışmalarının gerekçe ve amacını açıklar. İzleyen sayfalarda terimlerin içerikleri hakkında bilgi verir. Resim, heykel ve mimarlıkla ilgili terimlerin Türkçe açılımlarına irdeler. Kitabın son bölümünde, Fransızca-Türkçe sözlük bölümüne yer verir.
[21]


Sanayi-i Nefise-i Şahane Mektebi’nde Mevcut Asâr-ı Nakşiye İle Bazı
Heyâkilin Muhtasar Fihristi


İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1334 (1918), 34 Sayfa ve resimsiz.

Sanayi-i Nefîse Mektebi Müdürlüğü tarafından hazırlatılır.[22]

Yazarının adı belirtilmemiş olmasın karşın, bu kataloğun, Vahit Bey’e ait olduğu kesindir. “Beyân-ı Maksat” başlıklı ilk bölümündeki yazı, içerik ve uslup açısından, 20  Mart 1328 (1912) tarihli Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’ndeyayımlanan “Müze-i Hümâyûnda Bir Cedide-i Sanat” başlıklı makalenin ilk bölümü ile bire bir örtüşmektedir. Ayrıca, katalogda, sanat müzesinin kurulması için Osman Hamdi Bey’in emeği ve eserlerin temini için başvurulan yöntem anlatır, kopyalar konusunda bilgi verilir:

Vahit Bey, ilerleyen satırlarda, okulun iki salonunda düzenlenen eserlerin, salt sergileme amacına yönelik olmadığını, öğrenciye ve sanata ilgi duyanlara yönelik eğitim formasyonu kazandırma amacını da taşıdığını belirterek müzelerin amaçlarına da gönderme yapar. Okulun fiziki yapısını yetersizliği nedeniyle, müzede, ışıklandırmayla ilgili bazı sorunlar yaşandığı dile getirir. O tarihte, okul, Arkeoloji Müzesi bünyesinde yer almaktadır.[23]

Kataloğun ikinci bölümünde ise, eserlerin listesi yer alır. Kopyaların orjinallerinin nerede ve hangi sanatçıya ait olduğu, kim tarafından kopyalandığı ve boyutları verilir. Son kısımda da  “Kayıt Numarası Sırasiyle Esâme-i Sanâatkâran” listesi bulunur.
Burada dikkat çeken nokta, Elvah-ı Nakşiye Koleksiyonu’dan altı yıl önce kaleme alınmasına rağmen, Halil Edhem Bey’in hiçbir şekilde bu yayından ve Vahit Bey’den söz etmemiş olmasıdır.  

Çeviri Kitapları

Vahit Bey’in çeviri kitapları doğrudan sanat tarihi öğretimiyle ilgilidir. İlk kitap, Salomon Reinach’ın 1904 yılında yayımlanan Apollo isimli eseri; ikinci kitap, Charles Bayet’nin Muhtasar Sanaat Tarihi adlı kitabıdır.[24]

Apollo -Tarih-i Umumi-i  Sanat -

İstanbul, Matbaa-i Amire, 1330 (1914), 409 sayfa, resimli.

Mehmet Vahit Bey tarafından Türkçe’ye çevrilen Apollo, ilk sistemli sanat tarihi kitabı olması, Sanây-i Nefîse Mektebi’ndeki sanat tarihi dersi programlarına örnek olması açısından büyük bir önem taşır. Salomon Reinach’ın Ecole du Louvre’da 1902-1903 yıllarında verdiği ders notlarını düzenleyerek hazırladığı kitap, tarih öncesi sanattan Modern Sanat’a uzanan, uzun bir dönemi kapsar. Fransa’da 1905 yılında yayımlanan eser, büyük ilgi görür, birçok Avrupa diline çevrilir ve konusunda en çok aranan kitaplardan biri olur.

Apollo’da yer alan konular üniteler şeklinde değil, konu başlıklarına göre düzenlenir: Taş Çağı sanatından başlayarak, 19. yüzyıl sanatını da içine alan 25 dersten oluşur. Anlatımda kronolojik bir sıralama izlenir. Kitap, “Sanatın yirminci asırda tutacağı mevkiin kurûn-u sabıkadakinden daha büyük ve daha vâsi’ olacağını bile zanneylemekteyim.” öngörüsü ve teşekkür dilekleri ile sona erer.

Sanâat-ı  Tarihiyye – Muhtasar Sanat Tarihi-

İlk baskı: İstanbul, Devlet Matbaası, 1928, 184 sayfa, resimli.

İkinci baskı: İstanbul, Devlet Matbaası, 1929, 369 sayfa, resimli.

Mehmet Vahit Bey’in Charles Bayet’den çevirdiği ve 1331 (1915) tarihinde yazdığı sanat tarihi kavramları ile ilgili kitabının ilk sayfasında baskıya hazır olduğunu belirttiği Muhtasar Sanat Tarihi, 1928’de basılabilir. İkinci baskısı, 1929 tarihlidir ve yine İstanbul Devlet Matbaası’nda yapılır, 369 sayfadır.

Muhtasar Sanaat Tarihi’nin teknik düzenlenişi, Apollo’ya göre daha sistematiktir. Örneğin “Birinci Bab” başlığı altında beş fasılda toplanan İlkçağ sanatı, Mısır Sanatı’ndan başlayarak Yunan, Etrüsk, Roma sanatlarını kapsamaktadır. 

Muhtasar Sanaat Tarihi kitabının ilk sayfalarında Vahit Bey, “Mütercimin Mukaddimesi” başlığı altında, sanat tarihinin ve sanat tarihi eğitiminin önemini vurgular: Toplumların, sosyal ve düşünsel yapısına yönelik olumlu etkilerini yazıya döker (Naipoğlu, 2008: 607).


M. VAHİT BEY’
İN MAKALELERİ

Vahit Bey makalelerini, Klasik Yunan Heykeli’yle başlayıp, 20. yüzyıl başında  Kübizm’e uzanan bir dönemden seçer. 1917’den sonra sayıları sınırlı olmakla birlikte Türk Sanatı’yla ilgili eserlere de yer verir.  İçerikleri bağlamında , Müzecilik ve eser korumacılığıyla ilgili makaleler ; Arkeolojik buluntular – Anıt heykellerle ilgili makaleler ; mimarlıkla ilgili Makaleler; Modernizm ve sanatın temel değerleriyle ilgili makaleler; resim sanatı ile ilgili makaleler; sanat ve sanat tarihi ile ilgili makaleler; sanat ve eğitim ilgili makaleler şeklinde gruplanır. Süreli yayınlardaki bu yazılar, Mehmet Vahit Bey’in, çağdaş ve sistemli sanat tarihi eğitiminin yaygınlaşması adına yaptığı çalışmaları göstergeleridir.

Mehmet Vahit Bey’e ait 70 makale belirlenmiştir.[25]Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, Servet-i Fünun, Darülfünun Mecmuası, Yeni Mecmua, Dergah, Hayat Mecmuası’nda, bir makalesi de Turing yayınlarında Fransızca olarak  yayımlanır: 1930 tarihine kadar izlenebilen,  makaleleri, farklı dergilerde, farklı tarihlerde aynı başlık altında veya daha fazla bölümlenerek yayımlanır. 1918 yılında Yeni Mecmuada, 1921 yılında Dergah’ta yayınlanan, Rodin’in plastik sanatlarla ilgili değerlendirmelerini içeren makaleler, 1929 yılında Hayat Mecmuası’nda yayımlanır.

Vahit Bey, çeviri makalelerinin birçoğunda gerçek yazarlarının adını vermez. Ancak,  “Sanattan Zevk Almak ve Asâr-ı Sanâatın Ehemmiyeti” başlıklı makalesinde;

“Biz tüm aydınlarca bilinmesi gerekli olan başyapıtları okuyucularımıza tanıtacağız. Ve makaleleri halkın anlayabileceği biçim ve uslupta ustaca düzenlemiş bazı yazarların Fransızca (Moro-Votye – Moreau Wauthier ) ve (Jil - Gille), Almanca (Dıbeski)’nin yapıtlarından alıntılayacağız”

tümceleriyle kaynaklarına gönderme yapar. Ayrıca P. Gzell, Gustave Mendel, Albert Gabriel’den de çeviriler yapar.

Sanat tarihi öğretiminin emekleme döneminde, büyük bir özveri ve alçak gönüllülükle çabalarını sürdüren, bu öğretinin sistemleşmesi, yaygınlaşması için öneriler sunan, değerli bir yaşamı, sanat tarihinin ilk çağdaş eğitimcisini,  gün ışığına çıkarmanın onur ve mutluluğunu sizlerle paylaştım. Teşekkür eder, saygılar sunarım. 

Dr. Seçkin NAİPOĞLU

 


 


[1]  Tahsin Yücel,”Neden Fransa”,Gösteri 1989: 32-34; Filiz Yenişehirlioğlu, “Sanatta Osmanlı İmparatorluğu Fransa İlişkileri” Osman Hamdi Bey ve Dönemi,1992; 51;  Zeynep İnankur, “19. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul’a Gelen Batılı Sanatçılar”, Osman Hamdi Bey ve Dönemi, 1992: 75; İlber Ortaylı, 2006: 138; Deniz Artun, Paris’ten Modernlik Tercümeleri, 2007: 32, 159; Seçkin  G. Naipoğlu, “Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, 2008: 58-79.

[2]1846’da Mekâtib-i Umûmiye Nezareti, 1865’te Maârif-i Umûmiye Nezareti kurulur. Ayrıca 1868’de Maârif-i Umûmiye Nizamnâmesi hazırlanır. Yeni askeri okullar, ordunun subay gereksinimini karşılarken, 1848’de açılan  öğretmen okulu ve Dâr’ül Muallimin-i Sıbyan, Mekteb-i Mülkiye (1859), Mekteb-i Mahrec-i Aklam (1862), Galatasaray Sultanisi (1868), Kız Rüştiyeleri ( 1858), Dar’ül Muallimât ve Kız Sanâyi Mektebi (1870), idâdiler, rüştiyeler devletin sivil büroksasinin alt  yapısını hazırlar. Daha geniş bilgi için Bkz. Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, 1939: 411; Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, 1991: 51, 70; Server Tanilli, Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz, 1992: 30, 32; Mustafa Cezzar, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi, 1995: 455; Günsel Renda,,  “Yenileşme Döneminde Kültür ve Sanat” , Osmanlı – 15, 2002: 265. 

[3]Örneğin özel öğrenci statüsü, kayıt koşulları, yabancı öğrenciler, yağlıboya resmin programa alınması gibi yenilikler 1863 reformuyla değiştirilmiştir. Daha geniş bilgi için Bkz. Mustafa Cezar,  Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi,1995: 467; A. Kâmil Gören, “Ecole des Beaux-Arts”, Antik-Dekor, 34, Nisan, 1996: 92-95; Deniz Artun, Paris’ten Modernlik Tercümeleri, 2007: 52.

[4]Bkz. Seçkin G. Naipoğlu, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Mehmet Vahit Bey (H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış doktora tezi), 2008, EK-III: 339,340, 341. 

[5]Akademi, 1969 yılında kabul edilen, 1172 sayılı Güzel Sanatlar Akademileri Kanunu ile üniversite düzeyinde, eğitimcilerine, akademik kariyer sağlayan bir kimlik kazanır. Bkz. Mustafa Cezar, Güzel Sanatlar Eğitiminde 100 Yıl,1983: 40.

[6]Daha geniş bilgi için Bkz. Sakızlı Ohannes, Fünûn-u Nefîse Tarihi Medhali, 1892, (Haz.Kahraman Bostancı, 2001).

[7]Mehmet Vahit Bey ve sonrasında: Celal Esad Arseven , 1924- 1940 tarihleri arasında mimarlık tarihi; Ahmet Hamdi Tanpınar, 1933- 49 tarihlerinde, sanat tarihi ve 1934’ten itibaren mitoloji ve estetik; Burhan Toprak , 1936- 1967; Mazhar Şevket İpşiroğlu, 1940-46 sanat tarihi ve mitoloji; Ernst Diez, 1946-50, Mimarlık tarihi ve İslam-Türk Plastik sanatları tarihi, Kurt Erdmann, 1951-58, Mimarlık tarihi ve İslam- Türk Plastik sanatları, Rıfkı Melül Meriç, 1952-1960; Kenan Özbel, 1952-59; Yeşim (Karatay) Oray  Türk Sanat tarihi öğretmenliği yaparlar. Bkz Mustafa Cezar, Güzel Sanatlar Eğitiminde 100 Yıl,1983: 60 -64.

[8]Daha geniş bilgi için Bkz. Malik Aksel, Sanat ve folklor, 1971: 59-61; Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, 1996: 119, 122-123; Aykut Kazancıgil, “İlk Sanat Tarihi Muallimi ve Müderrisi Mehmet Vahit”, Arkeoloji ve Sanat  , 2001: 20.

[9]Merkez Efendi Kabristanı’nda gömülü babası Ahmet Rifat Bey’in mezartaşındaki:    

“Kân-i irfan gevheri merhum Kâni-i vezîr

Genç iken Rifat Bey’e kıydı ecel nagâh vay

Mustafa (Bey) neclini mahzun bıraktı bîpeder”

Dizelerinde, değişik kaynaklarda  ailenin soy ağacındaki ilk isim olarak gösterilen, Anapalı Seyyid Mustafa Ağa’ya gönderme yapıldığı düşünülmektedir. Bkz. Mahmud Kemal İnal, Son Asır Osmanlı Şairleri, (Haz. İbrahim Başttuğ)  1999: 1919.

[9] Kâni Mehmed Paşa, dil yeteneği güçlü bir insandır. 11 Cümadelula 1302(1882) tarihli Tercüman-ı Hakikat Gazetesi, Türkçe’den başka Arapça, Fransızca ve İtalyancayı iyi bildiği gibi Rusça da bildiğini yazar. Kâni Mehmed Paşa, Mısır’da Tercüme Kalemi Reisi iken, piyade, süvari, topçu talimnamelerinin ve bir tarih kitabının Fransızca’dan çevirisini yapar: Kanun-u Salis Süvari ve Talim-name-i Asakir-i Süvariyandan Kanun-u Sani; “Talim-name-i Asakir-i Süvariyan” olarak da bilinir. Kitab al-Manevra al- Harbiyya; Mısır ordusunda görevli Süleyman Paşa el-Fransevi’den çevirmiştir. Talim-name-i Fursan; İstefan Efendi ile birlikte çevirmiştir.Kitab-ı Tuhfe-i Zabitan Tarih-i İskender bin Filibos; kitabın gerçek yazarı belirtilmemiştir. Tüm bu eserler Mısır’da Bulak Matbaasında basılmıştır. Bkz.Ekmeleddin İhsanoğlu- R. Şeşen- M. S. Bekar- G. Gündüz (Haz.), Osmanlı Askerlik Literatürü Tarihi- 1,2004: 128-129.

 

[10]Bab-ı Ali Nezaret-i Celilesi ile olan yazışmalardan Rifat Bey’in Mısır’dan sınır dışı edildikten sonra ailesiyle Malta’ya geldiği, Mısır Hidivliği’nin bildirimine karşı, kendisi Dersaadet’e avdet için Malta konsolosluğuna dilekçe verdiği birçok yazışmalardan sonra   İstanbul’a döndüğü anlaşılmaktadır. Bkz. Seçkin G. Naipoğlu, “Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, 2008: 430 – 437.

  

[11].” Vahit Bey’in ilk yapıtları,  dedesi Kâni Mehmet Paşa’nın yazdıkları  gibi, askerlikle ilgili kitaplardır. Alman Hausschild, Zorn ve Griepenkerl’in kitaplarını ve bazı makalelerini Türkçe’ye çevirir.Hausschild’in Alman Usul-i Harbine Dair Amelî Misaller adıyla çevirisini yaptığı ve Alman üçüncü kolordusuyla hassa kolordusunun icra etmiş oldukları tatbikattan  alınan neticeler anlatıldığı; Sunûf-u selāsenin hareket tarzları hakkında bilgiler verilen kitap.Yine Hausschild’den çevirdiği 1870 Seferi Hakkında bir Mütalaa-yı sevk-ül-ceyşiye isimli diğer kitap,1870 Alman- Fransız Harbi’nin başlamasından ve iki ordunun o zamanki durumundan ve sefer planlarından bahseder. Ayrıca, 31 Temmuz 1870’ten başlamak üzere 28  Ocak  1871’de Paris’in teslimine kadar çeşitli muharebeler ayrı ayrı bölümler halinde verilmiştir. Kitabın unvan sayfasında, içinde bir kıta cedvel ile yedi renkli kroki vardır.Diğer bir kitap da Zorn’dan tercüme ettiği, Seferiye ve Tabiye Tatbikatı adlı eserdir. Bir tatbikat nedeniyle elde edilen sonuçlara dayanılarak, sefere hazırlık konuları ve savaş görevleri anlatılmaktadır. M. Vahit Bey’in Hausschild’den çevirdiği Almanya’da “Harp Köpeklerinin İmtihan ve Muayenesi” ve Alman subaylardan Griepenkerl’in “Tabiye Mesaili”  adlı eserlerinden hazırladığı “Tabiye Mesailinin Hallinde Riayet Olunması Lazım Gelen Hususat” adlı makaleleri vardır.” Bkz.Ekmelettin İhsanoğlu – R. Şeşen – M. S. Bekâr – G. Gündüz, Osmanlı Askerlik Literatürü Tarihi, 2004:547 -549. 

[12]Osman Hamdi Bey Ailesi’nin soy ağacı için Bkz. Mustafa Cezar, Sanatta Batı’ya Açılış ve Osman Hamdi I, 1995: 224

[13]İnas Sanayi-i Nefise ve Mühendislik Mektebi’ndeki görevleri için Bkz. Zeynep Yasa Yaman, “İnas Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi 4, 1994: 170; Son Asır Türk Şairleri, (Haz. İbrahim Baştuğ); 1999: 1919 Aykut Kazancıgil “İlk Sanat Tarihi Muallimi ve Müderrisi Mehmet Vahit Bey” ,  Arkeoloji ve Sanat 2001: 31; Kahraman Bostancı, Mehmet Vahit Bey ve Güzel Sanatlar Üzerine Bir Terminoloji Risalesi, 2003: 2; Burcu Pelvanoğlu,Hale Asaf, 2007: 27; Seçkin G. Naipoğlu, “Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, 2008: 453- 455.

[14]Eşi Leyla Hanım, Vahit Bey’in intiharından sonra, “Merhum çok asabi ve namuslu bir adam idi. Birdenbire maaşının kesilmesinden, açıkta kalmasından çok müteessir olmuştu. Mütemadiyen bizi düşünüyordu. Fakat böyle bir şey yapacağını tahmin etmiyorduk. Felaket pek ani oldu. Meğer yeis ile kendisini öldürmeye karar vermiş”açıklamasını yapar. Aile, 1934’den sonra “Kerman” soyadını alır. Bkz. eçkin G. Naipoğlu, “Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, 2008:  469 -471.

[15]Taha Toros Nimet Vahit’in doğum tarihi olarak 1903’ü verir. Nüfus kayıt örneğinde 1902 olarak geçer.Bkz. Taha Toros, “Osman Hamdi Bey ve Çevresi”, Tarih ve Toplum, XIV, 1990: 24-28; Seçkin G. Naipoğlu,  “Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, 2008: 466.

[16]Nimet Vahit, küçük yaşta, güçlü bir sese sahip olduğunun anlaşılmasıyla, Almanya’ya gönderilir. On iki yıl ünlü hocalardan ders alır. Berlin Konservatuarı’ndan birincilikle bitiren ilk Türk kızıdır.  Avrupa’nın çeşitli kentlerinde ve Paris’te şan eğitimini sürdürür ve 1925 yılında yurda döner. Konservatuvarda  öğretmen olduğu dönemde, Belkıs Aran, Neriman San, Semiha Berksoy, Mualla Renda gibi başarılı öğrenciler yetiştirir.Bkz. eçkin G. Naipoğlu, “Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, 2008:  424 - 426.

[17]Bu konuda daha geniş bilgi için Bkz. Albert Gabriel, “Türk Sanatı ve Tarih-i Sanattaki Yeri”, Hayat, II, 1927 (Haz. Seçkin Naipoğlu): 18; Alaeddin Gövsa, Meşhur Adamlar – 4, 1933-36: 1542.

[18]Cumhuriyet dönemi’nde, liselerde ilk kez bağımsız sanat tarihi dersi,1952 yılında,uygulamaya konur. MEB (Milli Eğitim Bakanlığı),(1970),1949, 557 :113, 117.

 

Mimar Sinan Üniversitesi’nde, 1983 yılında Arkeoloji ve Sanat Tarihi adıyla kurulmuş olan bölüm, 1998 yılında Arkeoloji ve Sanat Tarihi’nin ayrılmasıyla, Sanat Tarihi olarak eğitim vermektedir. Batı ve Çağdaş Sanatlar ile Türk İslam Sanatları olmak üzere iki anabilim dalı tarafından yürütülen programlarda Türk, İslam, Osmanlı sanatlarıyla Batı sanatı ve çağdaş sanatlar konularını içeren dersler eşit ağırlıklıdır. http://www.istanbul.edu.tr/edebiyat/bolum_sayfasi/sanat_tarihi_bolumu.htm.

[19] Hacettepe ü.Sanat Tarihi Bölümü 1965-1966 öğretim yılında kurulmuş, 1982 yılında Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü adını almış, 1988 yılında Sanat Tarihi ile Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi olmak üzere iki ayrı ana bilim dalına dönüşmüştür. 1997 yılında ise Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Sanat tarihi bölümü olmuş ve kendi içinde Türk ve İslam Sanatı, Bizans Sanatı, Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat adıyla üç ana bilim dalına ayrılmıştırhttp://sanattarihi.net/forum/index.php?topic=751.0   

İstabul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,  Sanat Tarihi Anabilim Dalları1943'de tek kürsü halinde Prof. Dr. E. Diez başkanlığında kurulmuş, 1963'de üç ayrı kürsü halinde çalışmaya başlamış, 1981 den sonra Estetik ve Sanat Tarihi, Bizans Sanatı, Türk ve İslam Sanatı konularında çalışan kürsüler birleştirilerek tek bir anabilim dalı halinde Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü içinde yeniden teşkilatlanmıştır. 1990 yılında Genel Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Türk ve İslam Sanatı Anabilim Dalı, Bizans Sanatı Anabilim Dalı olarak ayrılmış olmakla birlikte, lisans düzeyinde Ortak Sanat Tarihi Programı uygulanmış olup, 02.05.2002 tarihinden itibaren Sanat Tarihi Bölümü teşkilatı içinde de aynı düzen devam etmektedir.

[20]Terminoloji konusunda çalışan diğer bir sanat tarihçi de 1920 yılından sonra Sanayi-i Nefise    Mektebi’nde mimarlık tarihi dersi veren Celal Esad Beydir. Bkz. Celal Esad “Sanayi-i Nefise Istılahatı”, Istılahat-ı İlmiye Encümeni Tarafından Sanayi-i Nefisede Mevcut Kelimat ve Tabirat için Vaz’ ve Tedvini Tensip Olunan Istılahat Mecmuasıdır, İstanbul: Matbaa-i Amire,  1330/1914, 109 sayfa.

 [21]Mehmet Vahit Bey’in bu eseri Kahraman Bostancı tarafından yeni yazıya aktarılmıştır. Bkz. Kahraman Bostancı, Mehmet Vahit Bey ve Güzel Sanatlar Üzerine Bir Terminoloji Risalesi, 2003.

[22]O tarihte okul müdürü Nazmi Ziya Güran’dır.Bkz. “Akademi Müdür ve Başkanları”, Sanat Çevresi, 1983: 9.

[23]Sanayi-i Nefîse Mektebi’nin  ilk binası, Arkeoloji Müzesi  bahçesinde, Çinili Köşk yakınında inşa edilir (1882).  Beş derslik ve atölyeden oluşan binanın planı, mimar Vallaury tarafından çizilir .1892’de üç atölye ve bir sergi salonu yine Vallaury tarafından planlanarak ilave edilir. 1911 yılında dört oda daha eklenerek eski bina ile birleştirilir. İleriki yıllarda okulun yeterli olmadığı eleştirileri sonucu 19  Eylül  1916 yılında Cağaloğlu’ndaki  Lisan Okulu ve Hukuk Mektebi olan binaya taşınır. 1917’de İnas Sanâyi-i Nefîse Mektebi ile birleşince okulun fiziki yapısı iyice zorlanır. 1920’de şimdi Sağlık Müzesi olan binaya, 1921’ yeniden Cağaloğlu’ndaki binasına, 1926’da ise eskiden Sultan Sarayı ve sonra Mebusan Meclisi olan Fındıklı’daki bugünkü yerine geçer. Daha geniş bilgi için Bkz. Halil Edhem, Elvâh-ı Nakşiye Koleksiyonu, 1924 (Haz. Gültekin Elibal): 44;  Celal Esat Arseven, , Türk Sanatı Tarihi -  III, 1954-1959: 133; Mehmet Vahit, “Sanâyi-i Nefîse Akademisi” Hayat, III, 15  Mart  1928 (Haz. Seçkin Naipoğlu):  9 – 13; Mustafa  Cezar“Kuruluşunun 100.Yılında Güzel Sanatlar Akademisi” Milliyet Sanat, 67, 68,, Mart 1983a: 14; Seçkin  G. Naipoğlu, “Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Sanat Tarihi Yaklaşımı ve Vahit Bey”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, 2008: 56 – 58, 172, 1126.

 

[24]Mehmet Vahit Bey’in çeviri kitaplarıyla ilgili daha geniş bilgi için Bkz. EK – XI.

[25]Mehmet Vahit Bey’in kendi beyanı olan, Sabah Gazetesi’inin 17  Eylül 1325/1909 tarihli sayısındaki terminolojiyle ilgili makalesi ile Belleten- Turing’te yayımlanan “Le Château de Roumeli-Hisar” adlı makalelerine ulaşılamamıştır. Bkz. Mehmet Vahit, Apollo, 1330/ 1914: 12; Aykut Kazancıgil, “İlk Sanat Tarihi Muallimi ve Müderrisi Mehmet Vahit Bey          (1873 – 1931)”,  Arkeoloji  ve Sanat, 100, Ocak -  Şubat2001: 29 – 33.




Baþbakanlýk Tanýtma Fonu katkýlarýyla Güzel Sanatlar Genel Müdürlüðü UNESCO Mimar Sinan Guzel Sanatlar Universitesi Pera Müzesi